HALK EDEBİYATI
MANİLER
Muş yöresi manilerinde mahalli ağız özellikleri hâkimdir. Mahalli dilde söylenmiş manilerde sevdalar, ayrılıklar dile getirilir. Muş'un tabii özellikleri manilerde geniş ölçüde işlenmiştir.
Altın üzüğün yanı Men babamın gızıdım Yanan men yanan men Tandırımı yandıram Kaleli kantareli Defe vuram zımlesin Yağmur yağdı petare Kaleden indim ancak İki duvar arasi Bent duvari bent duvari Bak almenin hasına Hu geldi hu geldi Yağmur yağar taşlara Bu dağı asam dedim Başında puşan kurban Çimen yerde çimen yerde Dağları dağlasınlar Dağ başında çedene Dereler gölgelendi Giderim gidişimdir Bülbülem bağ gezerem Bala sarhoş bala sarhoş Bahçelerde kelem var Bingöle yar Bingöle Bahçede barsız adam Deryalar dalgalandi Elma attım narlığa Kaşların karasi Kalenin alimleri Sabahtır gülüzardır Sabah oldi uyan yar Mavi boncuk düzerem Otlari biçer tıpan Rehan ektim duvare Sivik uci kuş puni Sabah horozu banlar Ses verdim sesten oldun Sabahtır sabahlığın Sabah oldi uyan yar Sıra sıra siniler Şirazdır şirazdır Turnalar kakar olmiş Tendırımi yandıram Yar geldi gece getti |
Yağmur yağar gol olur Karlı tipili dağlar Su gelir bendi döger Yol üstünde duraram Düz mahallesi düzayak Kekliğim öter gelir Akşam oldu akşamlar Armut ağaci deste Alme attım karşiye Bu dağlarda tavşan Bu dağda kuş oturur Bahar olsun gül olsun Bu dağın kari menem Derdekerem derdekerem Geceler geçti benden Gecenin yarısıdır Garibem yoktur arkam Gir bağa boyun görem Kale başında tandır Gine men gine men Göğercin yumurtasi Gül üşüdü gül üşüdü Gül yüzün aydır bana Hu geldi hu geldi İpek kumaş takmerem Karadır kaşın ördek Karlı tipili dağlar Sürme meni sürme meni Yaramaz yaramazdır Şeftali sitil ettim Yol gelir fani fani Yarami dağladılar Mendilim benek benek Karyolanın eteği Mendilin ucu çivit Maydanos bağladılar Odede hasırım var Su bağladım tutloge Reftad aldım meğesi Bizim bağ üzüm tutar Baba mendan bar ister Su ağar hışır hışır Bülbül bir sari kuşdur Kurtigin kari menem |
MAHALLİ DEYİMLER
Muş ve çevresi halk edebiyatının genelinde gözlendiği gibi, bu edebiyatın önemli bir unsuru olan deyimlerde de mahalli ağız özellikleri hâkimdir. Mahalli deyimler genellikle kişilik ve davranış özelliklerini güçlü bir ifadeyle tanımlarlar.
Acep sosrat |
zamanından önce bozulan kimselere denir |
DUALAR VE BEDDUALAR
Muş ve çevresinin yaygın değer yargılarını dile getiren dua ve beddualarda mahalli ağız hâkimdir.
Dualar
Allah ömrünü bereket sale.
Allah birini bin ede.
Allah seni görünür görünmez, belalardan koruye.
Allah kesene Halil İbrahim bereketi kate.
Ah vah etmeyesen.
Allah seni dertde komiye.
Cennet hurisi olesen.
Darloğ yüzü görmeyesen.
Dolu sandoğ öğünde oturesen.
Ellerin dert görmiye.
Elin toprağe atesen altun kesile.
Fatma anamızın komşusi olesen.
Ömrün su kimi uzun ole
Sen beni incitmemışsen Allahde seni incitmeye.
Şeyh Abdulkadır Geylani, Veysel Karani duacın ole.
Saçlarım san duacı ole.
Yüzün güle murat edesen.
Beddualar
Ayahte duresen, etlerin yere töküle.
Amme ali olesen.
Ah edesen, benim en kötü günümü ariyesen.
Allahından bulesen.
Boyan kefen bicile.
Baba vure yanan.
Burnundan gele.
Ağbatım (akibetim) basan
sağ elim tepende ole.
Babe çıka sukuman.
Canın keyreni görmiyesen.
Elin hıne görmiye.
Gorbegor olesen. (Ölesin)
Gözlerin elimlan pamuğliyem.
Kıdor kıdor, zıtor zıtor olesen.
Kudümün kırıle.
Muradın gözünde kale
İtnan alemete, kurtnan kıyamete kaleşen.
İsi yatesen sağoh kahesen.
Oğaş demiyesen.
Ocağın sone.
Öz başın yiyesen.
Sesin salların altından gele.
Sam yeli tute.
Sükûnum bate.
Tavug cücesınnan, zeyistan (lohusa) kundağınnan, havaran gele.
Toprak başan, kül ömuran ole.
Toğ yidoğun beyrem günü ole.
Kanın içan ağe.
Vurucun attı gele.
Yani kare vure yanan.
Yanın karele.
Üzün gülmiye, uşaktan merhum kalesen.
EFSANELER
Muş yöresi, efsaneler bakımından zengindir. Şehrin adı, tabiatı, ermiş kişileri pek çok efsaneye konu olmuştur. Bunların en çok bilinenleri şunlardır:
Kızıl Ziyaret Efsanesi
Muş'un güneyindeki Kurtik Dağları üzerinde, eşsiz tabiat güzellikleriyle dolu bir düzlük vardır. Buraya Kızıl Ziyaret Tepesi denir. Tepeye ait efsanenin çeşitli anlatılarının en yaygın olanı şöyledir: Bir zamanlar Kızıl Ziyaret Tepesi'nde yaşayan fakir bir adamın, güzeller güzeli bir kızı varmış. Periden daha alımlı olan kızın güzelliği dillere destanmış. Kız bir çobana sevdalıymış ve onun yavuklusuymuş. İki sevdalı bir araya geldiklerinde, hep kuracakları yuvayı konuşur, gelecek mutlu günlerin hayaliyle yaşarlarmış.
Yine aynı yörede yaşayan zengin mi zengin bir ağa varmış. Bu ağanın da şımarık mı şımarık bir oğlu varmış. Kızın güzelliği bu ağa oğlunun da kulağına gitmiş. Ağa oğlu, kızı gidip babasından istemiş. Kız, “Ben ağa oğlunun olmam” demiş. Ağa oğlu da, “Ben ki bu yörenin ağasının oğluyum, beni istemeyen kızı zorla da olsa alırım” demiş.
Ağa oğlu, adamlarını alarak kızın yaşadığı Kızıl Ziyaret Tepesi'ne gitmiş. Kız ve çoban yavuklusu, ağa oğlunun zorbaca bu niyetinden habersiz, her zaman olduğu gibi kuracakları yuvayı konuşuyorlarmış. Ağa oğlu ve adamları, kızla çobanın buluştukları yere gelmişler. Ağa oğlu, daha önce söylediklerini bir kere daha tekrarlamış ve “Güzel kız, ben seni istedim, ama sen bani almadın. Ben de seni zorla alacağım.” demiş. Ağa oğlu ve adamlarının niyetini anlayan kızla yavuklusu, kurtulmak için çareyi kaçmakta bulmuşlar. Onlar kaçmış, ağa oğlu ve adamları kovalamış. Bu kovalamaca, dik bir uçurumun başına kadar sürmüş. Kız çaresizlikten Allah 'a yalvarmaya başlamış: “Yarabbi, ne olur, beni bu adama yar edeceğine, yer yarılsın da ikimiz de içine girelim.” demiş. Allah kızın duasını kabul etmiş ve kız duasını tamamlar tamamlamaz yer yarılmış ve kızla yavuklusu yarılan yerin içine girmişler. Yerin içine girerken, kızın bir tutam saçı, dışarıda kalmış.
O gün bu gündür, kızın bir tutam saçının dışarıda kaldığı yerde, yemyeşil çimenler çıkar. Kızıl Ziyaret Tepesi'ne, güzeller güzeli kızla, yavuklusu çobanın yerin içine girdiği yere gelenler, bu efsanevi âşıklara dua ederler.
Üç Kardeşler Hikâyesi
Zamanın birinde bir baba ile üç oğlu varmış. Gel zaman git zaman, baba ölünce oğulları babalarından kalan malları bölüşmüşler. Büyük ile ortanca oğlan, küçük kardeşleri İdris'e otuz koyunun sadece beşini vermişler. İdris bu duruma çok içerlemiş ve ağabeylerinden intikam almaya and içmiş. Kendi payına düşen koyunları kurtlara parçalatmış. İdris ertesi sabah, sahipsiz bir koyun sürüsü görmüş ve sevinmiş. Koyunları alarak köyüne gitmiş. Kardeşleri koyun sürüsünü görünce, şaşırmış ve “Bu kadar koyunu nereden buldum' diye sormuşlar. İdris'te; “Koyunlarımı karşı dağa götürdüm, sabah kalktığımda baktım ki bu kadar olmuşlar, siz de götürün, sizinki de çoğalsın” demiş.
İki kardeş koyunlarını aldıkları gibi dağa çıkmışlar ve gece sürünün yanında uyumuşlar. Sabah olunca ne görmüşler: Bütün sürüyü kurtlar yemiş! Bir teki dahi sağ kalmamış. Büyük kinle köye inip İdris’in evini yakmışlar. İdris büyük bir üzüntü içinde evinin yanışını seyretmiş. Ev tümüyle yanıp kül olunca külleri torbalara doldurmuş, karısını da yanına alarak köyü terk etmiş. Yollara düşmüş, bir paşanın konağına varmış. Paşanın adamları torbaların içinde ne olduğunu merak edip sormuşlar. İdris de, “İran Şahı'nın bizim padişaha gönderdiği hazinedir.” demiş. Adamlar buna inanmamışlar. “Hazine tek kişi ile yola çıkarılır mı?” diye sormuşlar, idris te, “Kimsenin dikkatini çekmesin diye benimle gönderdi” demiş. İdris, adamların niyetlerinin kötü olduğunu anlamış ve gece torbaların içindeki külleri boşaltarak yerine küçük taş parçaları ve madeni eşyalar doldurmuş. Karısıyla birlikte yatıp uyumuşlar. Gecenin bir vaktinde paşanın adamları gizlice yaklaşarak getirdikleri bir miktar altını İdris'in başucuna bırakarak çuvalları alıp gitmişler. Bunlar gören İdris, hemen karısını uyandırmış, altınları aldığı gibi kaçarak köyüne dönmüş.
Kardeşleri İdris'in bu zenginliğini görünce şaşırmış ve sormuşlar “Bu kadar altını nereden buldun? Bize de söyle!” İdris de, “Ben yaktığınız evimin kömürlerini toplayıp paşa konağına götürdüm. Orada, kömür alan var mı, diye sordum. Bana altın verip kömürleri aldılar, demiş. Bunu duyan ağabeyleri hemen evlerini yakmış ve çıkan kömürleri çuvallara doldurdukları gibi yola koyulmuşlar. Paşanın adamları bunları görünce temiz bir dayak atarak şehrin dışına atmışlar. İki kardeş oturup, İdris'ten nasıl bir intikam alacaklarını düşünüp planlamışlar. Köye dönünce, İdris'i öldürmeye kıyamamış, ama bir torbaya koyarak dağlarda kuşlara yem olması için bir ağaca aşmışlar ve köylerine dönmüşler. İdris birinin asıldığı ağacın yanından geçtiğini fark edince, “Ben muhtar olmak istemiyorum” diye bağırmaya başlamış. Adam şaşırarak yanına gelmiş ve sormuş; “Ne diye bağırıyorsun, seni buraya kim astı?”
İdris, “Bana muhtar ol, dediler, ben de kabul etmedim. Beni soyarak buraya astılar. Akşama kadar kabul etmezsem elbiselerimi vermeyecekler” demiş. Yabancı, “Ben muhtar olabilirim” demiş. İdris de “Tabii olabilirsin, sen elbiselerini bana ver ve bu torbanın içine gir. Akşam gelip seni alıp muhtar yaparlar” demiş. Yabancı bu öneriyi kabul ederek elbiselerini çıkartıp İdris’e verdikten sonra çuvalın içine girmiş. İdris, adamın atını ve kırbacını alarak köye gitmiş.
Kardeşleri, İdris'i bu halde görünce şaşırmışlar, “Nerden buldun bunları?” demişler. “Beni astığınız yere bir kervan geldi. Çok zengindiler. Yükleri de çok olduğu için dağıtacak adam arıyorlardı. Gidin size de versinler” demiş. İki kardeş hemen dağa doğru koşmuşlar. Bu arada, çuvalın içindeki adam kendisini kurtarmış ve bir ağacın altına oturmuş. İki adamın geldiğini gören adam eline geçirdiği kalın bir sopayı alarak gizlenmiş. Kardeşler aralarında, “İdris bizi yine kandırdı, burada kervan falan yok, onu öldürelim” demişler. Gizlenen adam da sanmış ki, kendisini öldürecekler. Gizlendiği yerden aniden fırlayarak iki kardeşi oracıkta öldürmüş. Böylece İdris iki kardeşinden kurtulmuş.
Kambur Hikâyesi
Bir zamanlar iyi mi iyi, çalışkan mı çalışkan bir külhancı varmış. Otuz- otuzbeş yaşlarında olan külhancı şehrin hamamında çalışırmış. Kimsenin varına yoğuna karışmaz, kendi halinde bir adammış. Ne var ki, sırtındaki kamburu yüzünden herkes ismi yerine “kambur” diye çağırırmış.
Bir gece hamamda kimse kalmamış. Külhancı da bundan istifade ederek hamama girmiş ve göbek taşının üzerine uzanıp yatmış. Gecenin geç saatlerinde, garip sesler duymaya başlamış. Taht üzerine kurulmuş birinin kalabalık bir gurup adamla hamama girdiğini, tahttaki adamın kalabalığa konuştuğunu görür gibi olmuş. Külhancı da elini önünde hürmetle bağlayarak tahtın üzerindeki adamı dinlemeye başlamış. Adam bazı talimatlar vermekteymiş. Biraz sonra çalgılar çalmaya başlamış. Hamamdakiler çeşit çeşit oyunlar oynamış ve türküer söylemişler. Külhancı da bu oyunlara katılmış. Onlarla beraber oynamış ve eğlenmiş. Hamam faslı bittiğinde, tahtta kurulan adam, el etmiş, birkaç kişi yanına gelmiş. Onlara sormuş, “Söyleyin bakalım, biz bu külhancıya ne iyilik edelim”. Aralarından biri, “Şu belindeki kamburu çıkaralım” demiş. Tahttaki adam çok memnun olmuş ve emir vermiş. Kamburu yere yatırmış ve belindeki kamburu çıkarmışlar, biraz sonra da geldikleri gibi kalkıp gitmişler. Giderlerken de kambura sıkı tembihte bulunmuş, “Sakın sırrını kimseye söyleme!” demişler.
Sabah olup da külhancı uykudan uyanınca, bakmış ki belindeki kambur yok! Çok sevinmiş, şöyle bir doğrulmuş, filiz gibi bir delikanlı olduğunu görmüş. Hamam zamanı halk hamama gelirken, külhancı da çarşıya çıkmış. Külhancıyı gören herkes hayretler içinden sormuş, “Külhancı, hayrola, ne oldu senin kamburuna? Ne yaptın da kayboldu?” Külhancı da gayet sakin cevaplarla karşılamış bu sorulan: “Efendim, beni hamam iyileştirdi, gece, gidip kızgın göbek taşının üzerine uzandım, herhalde, iyi terlemişim, sabahleyin kalktığımda kamburumu inmiş gördüm.
O şehirde çok zengin bir kambur daha varmış. Zengin bunu duyunca külhancıya koşmuş. Külhancı zengin kambura da aynı açıklamalarda bulunmuş. İyileşmek isteyen zengin kambur, hamama girmeye, külhancı olmaya karar vermiş ve bu kararını uygulamış.
Birkaç gün sonra zengin kambur bir gece sıcak göbek taşının üzerine uzanmış. Gecenin geç vaktinde hamamın kapıları açılmış. Zengin kambur büyük bir korkuya kapılmış. Tıpkı önceki külhancının görür gibi olduğu manzarayla karşılaşmış. Tahtın kenarından tutan zengin kamburun, içinden kötü kötü şeyler geçmeye başlamış. Tahttaki adamın emri üzerine, zengin kamburu tutup bir köşeye bağlamışlar. Hamam ve eğlence faslı bittiğinde tahtın üzerindeki adam, yine yanına adamlarını çağırıp sormuş: “Arkadaşlar, biz bu adama ne iyilik yapalım?”. Onlar da, “Şöyle bir iyilik yapalım, öbürünün kamburunu buna takalım” demişler. Zenginin kamburuna bir kambur daha eklemişler. Sonra da çekip gitmişler. Zengin kambur sabah kalkıp doğrulduğunda, kamburunun ikileştiğini görmüş ve hemen gerçek külhancıya gitmiş: “Yahu sen ne yaptın, beni mahvettin demiş.” İyi kalpli külhancı onun, ikinci kamburunu görünce hiç sesini çıkarmamış. Zengin kambura, “Ne yapalım, herkes, kalbinin barını yer” demiş. Bunun üzerine zengin kambur, külhancıya “işte, senin kamburunu da ben taşıyorum” demiş. Külhancı da zengin kambura ders verircesine şu sözleri söylemiş: “Sırrını söyleme dostuna, o da söyler dostuna. Sen sen ol kimseye sır verme”
MUŞ’UN YETİŞTİRDİĞİ TARİHİ ŞAHSİYETLER
Arapzade Muhammed Hamdi Efendi
1814 yılında Muş’ta doğmuştur. Arapçayı çok bildiği için kendisine Arap zade lakaba verilmiştir. Bir asra yakın bir zaman yaşayan ünlü bilgin 10 yaslarında okumaya başlamış, devrinin ünlü bilgim Ehvedîzade Hüseyin Efendi Medresesinde öğrenimini tamamlamış, uzun süre Alaeddinbey Medresesinde öğretmenlik yapmıştır. Sultan Abdülaziz tarafından kendisi birinci İlim Nişanı ile taltif edilmiş, bir fermanla Varto kazasından yedi köyün asanı kendisine bağlanmıştır.
Muhammet Hamdi Efendi kendi arasında yaptırdığı bir medresede derslerine devam etmiş, öğrencileri Birinci Devre Muş Mebusu İlyas Sami Bey, Osman Kadri Bey, Varto Müftüsü Mehmet Halit ve Hacı Abdurrahman gibi şahsiyetler Muhammet Hamdi Efendinin Medresesinden yetişmişlerdir.
Bilginin basılmış olan Mecmuai-Ulum adlı eseri ile basılmamış bulunan Kevneyn ve Errahman tefsiri adlı eserleri vardır. Muhammet Hamdi Efendi 1917 yılında Diyarbakır’a gitmiş, aynı yıl burada vefat etmiştir.
İlyas Sami (Muş)Bey
Muşta doğmuştur. Rüştiye ve idadiyi bitirerek Muhammed Hamdi Efendiden ders almıştır. Kısa zamanda kendisini yetiştirmiştir. 1908 yılında Osmanlı Mebusan Meclisine seçilmiştir. Bu meclisin İngilizler tarafından basılarak dağıtılması neticesinde sürgün edilen mebuslarla birlikte İlyas Sami Beyde Malta’ya sürülmüştür. Uzun bir sürgün hayatından sonra oradan kaçarak Yurdumuza gelmiş, Ankara'ya gitmiştir. Soyadı Kanununun kabul edilmesinden sonra Muş'lu Soyadını almıştır.
Bir aralık Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkileri tanzim etmek üzere Rusya'ya delege olarak gönderilmiştir. Arapça, Farsça, Rusça öğrenmiştir. 1945 yılında İstanbul da ölmüştür.
Alâeddin Paşa
Muşludur. Önceleri Muş ve çevresinin bütün aşarını alarak çevreyi derebeyleri gibi yönetmişlerdir. Ancak sonraları bu davranışlarından vazgeçerek ile en büyük hizmetleri yapmışlardır. İlkönce Muştaki Murat Paşa, Maksut Paşa, Alâeddin Bey Medreselerini açmıştır. Buraların bütün giderlerini karşılamışlardır. Ayrıca Murat Paşa Camiini, Alâeddin Bey Camiini yaptırmış, Çarşı içerisindeki büyük hamam ile civarındaki bütün dükkânlarını tamamlayarak vakfetmiştir. Vakfiyelerine birçok tarla ve arsa eklemiştir.
Türklüğün, İslâmiyet’in yayılmasında en büyük hizmeti gören Alâeddin Paşanın hizmetleri dilden dile devam etmektedir. Mezarı Alâeddin Bey camiindedir
Osman Kadri Bey
Eski mutasarrıflardan Talip Efendinin oğludur. Çok küçük yaşlarda okumaya başlamıştır. Devrin ünlü âlim ve müderrisleri Arapzade Muhammet Hamdi Efendiden, Hacı Tayyip Efendiden, Molla Halil Efendi’den dersler almıştır. İdadi ve Rüştiyeden sonra bu medreselere devam ederek İcazet almıştır. Arapça ve Farsçayı çok iyi öğrenen bilgin sonradan Fransızca da öğrenmiştir. Çeşitli devlet hizmetlerinde bulunan Osman Kadri Bey Birinci devre Muş Mebus’luğuna seçilmiştir. 1931 yılında vefat etmiştir. Basılmamış eserleri vardır.
Molla Mehmet Efendi
Muşludur. Alâeddin Bey ve Maksut Paşa medreselerinde tahsilini tamamlamıştır. Devrin ünlü âlimleri Hacı Tayyip Efendi, Muhammet Hamdi Efendi den dersler almıştır. Uzun müddet Muş Müftülüğünde bulunan bilgin birçok talebe yetiştirmiştir. 3000 ciltlik kütüphanesi bulunan ünlü bilgin 1952 yılında vefat etmiştir.
Şeyh Şükrü Efendi
Tahsilini çeşitli illerde tamamlamıştır. Bir müddet Muş Müftülüğünde bulunmuştur. 1952 yılında emekliye ayrılmıştır. Rufai tarikatına mensup olup bu tarikatın Halifesi olmuştur. En büyük meziyeti İçkiye fazlaca düşkün olan vatandaşlarla ilişki kurarak bunları Islah etmesidir. Aynı şeyden mustarip olan birçok vatandaşlarımızı Islah etmiştir. 1971 yılında vefat etmiştir. Hatırasını her Muşlu hürmetle yâd eder.
Molla İbrahim Efendi (Muğakom Köylü)
Muşun Muğakom (Çatbaşı) köyünde doğmuştur. Murat Paşa ve Alaeddin Bey medreselerine devam eden ünlü âlim, Muhammet Hamdi Efendiden İcazet almıştır. (Diploma) Bir müddet Murat Paşa Medresesinde müderrislik yapan âlim, bilahare kendi köyüne çekilerek talebe yetiştirmiştir. Sultan Abdülaziz tarafından ilim nişanı ile taltif edilen âlim ölünceye kadar ilmiye sınıfından emekli maaşını almıştır. 1953 yılında vefat eden âlim Arapça ve Farsçayı ana lisanı gibi öğrenmiş birçok tercümeler yapmıştır.
İlin Diğer Bilginleri
Hacı Tayip efendi, Molla Resul-i Sipiki, Şeyh Fethullah Efendi, Şeyh Halil Efendi, Şeyh Mustafa Efendi, Şeyh Yusuf Efendi Şeyh Halit Efendi
MUŞ'UN YETİŞTİRDİĞİ OZANLAR
Müştak Baba
Asıl adı Mustafa’dır. Bitlis de doğmuştur, sonraları Muş'a gelerek yerleşmiş eserlerini de Muş'ta vermiştir. Karasu hamamı karşısında Talip Yeşilbaş’a ait evin bahçesinde ki mezarının üzerinde bulunan kitabede şunlar yazılıdır.
Gitti kutbül arifin, Mürşidi Agâh idi, Yüz tutup Dergahı Hakka bir lahza da kıldı harb, Arifi Billâh idi, hem Mürşidi Agâh idi, Yüz tutup Dergahı Hakka ruzuseb kıldı şitap, Mutu-Kable Ente-Mutu sırrına mahrem idi, Aşık olan hem çürümüş böyledir doğru cevap.
Başucundaki mermer taşta da şunlar yazılıdır: Bu Sait ve şehit merhum ve Mağfur Alim ve bütün irfanı üzerinde bulunduran zamanın teki, Allah'ın rahmet ve mağfiretine muhtaç olan Hacı Mustafa MÜŞTAK BABA adıyla meşhur olan Molla İbrahim oğlu mazlum en katledilmiştir. (Sene 1233.)
Yukarıda kitabeden de, halktan aldığımız bilgilerden de ve divanından aldığımız ve aşağıda belirteceğimiz örneklerden alıyoruz ki, Müştak Baba zamanında bütün ilimlerini tahsil etmiş, Fazıl ve âlim bir şahsiyettir.
Yaşadığı müddetçe bol bol seyahat etmiştir. Bu seyahatlerinden birinde İstanbul'a gitmiştir. Zamanın Padişahı İkinci Muratla görüşüp tanışmıştır. Padişah kendisine şöyle bir soru tevcih etmiş. Neye MÜŞTAK’SIN demiş. Müştak baba da, Çiçeğe, Gerçeğe, Göçeğe (Dervişlik) cevabını vermiştir. Padişah bu cevaptan ziyadesiyle memnun olur. Müştak Babayı taltif eder.
Bu durumdan kuşkulanan bazı çevreler Müştak Babayı Muş'a gelirken Erzurum yolu üzerinde boğdururlar. Oysa Müştak Baba Mutu-Kable Ente-Mutu Ayetinin sırrına ermiş, ölmeden ölmüş nihayetsiz kalabilmenin gönüllerde yaşayabilmenin yolunu bulmuş, büyük bir kişidir.
Müştak Baba inanmış, yaşamış, yazmış işte Divanından bazı örnekler
Biz aşıkı şeydayız Müştak-ı cemaliz biz Hayranı temaşayız, Müştak-ı Cemaliz biz.
Biz bülbülü gül zarız, her şamu - seher zarız Biz bende-i Mevla’yız Müştak-ı Cemaliz biz.
Ne Talib-i dünyayız, ne Ragıb-ı ukbayız Biz Aşık-ı Billâhız Müştako Cemaliz biz.
Biz nağme-i tamburuz, avaz ile meşhuruz Zahitlere mesturuz, Müştak-ı Cemaliz biz.
Biz Arif-i Agâhız, biz aşıkı Billâhız Maşuk ile hemrahız, Müştak-ı Cemaliz biz.
Candan geçerem herdem, cananımı gördükçe Ebkem olurum Billâh, Sultanımı gördükçe
Daire-i aşk içre, devran ederem gir yan Gafiller olur handan, devranımı gördükçe
Bu hasret ile varsam, gülzar-ı temennaya Bülbüller olur hayran, efgammı gördükçe.
Bir görmek ile ey dost, oldum sana efkende Bari medet et cemim, gir yanımı gördükçe.
Takrir edemem Müştak efsane-i hicranı Erbabı bilir ancak divanımı gördükçe.
Ey servi sehi Kameti bostan-ı Melahet tuba-i neza ket
Vah gül beni nazik çimenistan-ı letafet arayiş-i cennet
Kâkül müdür ol, yoksaki bir deste-i sümbül zenciri teselsül
Ser rişte-i devletmi veya perde-i hikmet Alayiş-i Kudret
Zannım bu ki bir pak nazardan almış, feyzi hüner almış
Aşıklarına her dem eder lütfile şev kat, mürşidine rahmet.
Zülfün senema, ebruların tiği kazadır, püsküllü beladır
Müjganilerin tiri sitem gözlerin, afet, Mahmur-i muhabbet.
Mahbub-i Veli hüsnü Kemal ât ile mergup, adap ile mahcup
Gayette hüner mendu Zeki kani belagat Ummanı fesahat.
Haklak-ı Ezel Ahsen-i surette bezetmiş, öğmüşde yaratmış
El kıssa serapa hüneru tabe teravet, Gülzar-ı Seha bet.
Bir ben değilem şimdi cihan güsnüne MÜŞTAK, bin şevk ile uşşak
Hayran-ı temaşa-i Cemal oldu temaınet, Yarap bu ne Hikmet.
Bu ünlü ozanın divanından başka birde ASAR adlı eseri vardır. Bu eser basılmamıştır. El yazması nüshası vardır ancak ele geçmesi mümkün olmamıştır.
Divanında Edebiyatımızda akrostiş denen yat türünden bir şiirinde (16 cümlelik bir şiirdir. Ankara Hacı Bayram okunmaktadır
Mustafa'nın, “Müştak” mahlasını almasına sebep olan olay şudur: Eserlerini ve divanını yazdıktan sonra, günün birinde bunları Bitlis'te bulunan ve “mazennei kiram dan sayılan Üryani Baba'ya götürür. Bu zat, daha kitaptan okumadan, “Asarülmüştak fiesrarül-uşşak” der. Mustafa, o günden itibaren, “Müştak” mahlasını alır ve eserlerine “Asar” adını verir. Sonraları da, gösterdiği “kerameti andırır bazı hallerinden ötürü halk arasında “Müştak Baba” diye anılır. Bir beytinde bu yanını şöyle dile getirir: Öyle Müştak'ım ki Mûştak'ı Hûda derler bana. Ben de naçizim amma şehri yarım dildedir.” Hacı Bayramı Veli'ye derin bir hisle bağlı olan İstanbul'da basılmış bir divanı vardır.
Hacı İbrahim Ejder (Kendi kalemiyle)
1923 yılının eylül ayında Şebinkarahisar’ın Bildor köyünde dünyaya geldim. Bilahare babam mezkûr kasabanın Alişar köyüne yerleşmiş. 1933 yılında anne memleketim olan canımdan çok sevdiğim Malazgirt’in Balkaya köyüne gelip yerleştim. Köyümüzde okul yoktu, bende okuma hevesi vardı. Hasankaleye giderek ilkokulu orada bitirdim. Daha ileriye gidemeyerek askere gitmek zorunda kaldım. Askerliğimi müteakiben 1949'da İstanbul'a giderek 1950 yılına kadar orada çalıştım. Boş zamanlarımda elime geçen kitapları okudum. Okumaya aşırı tutkunluğum yüzünden şiir yazmaya başladım. 1957 tarihinde tekrar Malazgirt’e dönerek yerleştim. Şiir yazarım elimde yazılmış hikâye ve şiirlerim vardır. Memleket davalarını düşünür aşın uçlardan nefret ederim.
ZERZEVAT HARBİ
Tere ile tarhın cenge durdular
Aş otu maydanoz arka verdiler
Boz limonun kafasını kırdılar,
Kan dökücü oldu bu zerzevatlar.
Lahana diyor ki: Hacıyım Hacı
Karpuz diyor ki: kavga başımın tacı
Fasulye hırsından çekti kılıncı
Harp ilân etti bu zerzevatlar.
Havucun askeri karakol dizer
Patates askeri devriye gezer
Levazımcı soğan istihkak yazar
Cepheye koştu bu zerzevatlar.
Domates vezirdir biber yaveri
Pırasa içtima etti askeri
Tencere şehridir, ordugâh yeri
Yürüyüşe geçti bu zerzevatlar.
Elmanın askeri kılıçtan geçti
Üzümün askeri hep şehit düştü
Portakal korkudan dörtyola kaçtı
Zaferi kazandı bu zerzevatlar.
General şeftali kabağı buldu
Padişahım dedi: bak neler oldu
Sizin asker bizim orduyu kırdı
Bari sulha gelsin bu zerzevatlar.
Padişah kabak bir emir verdi
Bütün askerleri basma derdi
Kılıçla bunları hep yere serdi
Dünyaya göz yumdu bu zerzevatlar.
Tencere bunlara bir mezar oldu
Ateş münkir nenkir gibi sualler
Tabaklar mahşeri meydanı oldu
Şimdi cevap verin be zerzevatlar.
Kaşık terazi olmuş günah tartıyor
Dişler zebanidir yırtıp atıyor,
İfadesiz cehenneme katıyor,
Tam yerinizi buldunuz be zerzevatlar.
FAYDASIZ MURAT
Sessiz küskün akan murat
Nedir derdin söylesene
Ovaya çor bakan murat
Bizi ihya eylesene
Yaz boyunca muhabbetin;
Ördeğinen bir kazınan
Faydasız bu sohbetin
Bizi mamur eylesene
Kışın bağrın bağlar buzu
Su içemez koyun kuzu
Nedir sendeki bu arzu;
Bize derdin söylesene
BİZİM EVİN DİRLİĞİ
Sürüyü kurt yemiş inek şaşılmış
Tavuklar tilkide kümes dağılmış
Akılsız çobanlar çölde uyumuş
İçerler şarabı tas dolu dolu
Hem sağa hem sola ayrıldı birlik
Huzur firar etti kalmadı dirlik
Dirlik olmayınca bastı fakirlik
Şimdi bizim evde yas dolu dolu
İki kardaşım var kel ile sağır
Yıhtılar evimi ettiler ahır
Dilersen yalvar istersen bağır
Silinmez içleri pas dolu dolu
Ne tencere kalmış ne tas ne tava
Yıkılmak üzere kurulu yuva
Kaç burdan Ejder bozuldu hava
Başına yağacak taş dolu dolu
BİLMECELER
Muş ve çevresinde, bilmece sorarak eğlenme, birbirini sınama geleneği günümüzde de yaşamaktadır.
Allah yapar yapısını
Demir açar kapısını (Karpuz)
Altı sudur içilir,
Üstü çimen biçilir (Koyun)
Alt lapligim üst lapligim Senin hıllıgin, benim bıllıgim (El değirmeni)
Burdan vurdum kılına Halep'tan çığlı uçi (Yıldırım)
Bu yol pazara gider
İzi nezere gider,
Anası altı aylık,
Oğli pazare gider (Salatalık)
Benim babamın saroği Bu odeyi doldurur (Lamba)
Bir pace dolu çağmur taş (Diş)
Dört köşedir beş değil,
Başi sunan hoş değil (Sabun)
Dağda değdim
Yeşil başlı beğdim
Eve geldim dul oldum
Eli bağlı kul oldum (Süpürge)
Gök üzünde pencere Kalaylı bir tencere (Ay)
Dağdan gelir taştan gelir,
Başı püsküllü enişte gelir (Uşkun)
Gelen leyli, giden leyli,
Tek ayağ üstünde, duran leyli (Kapı)
Kat katıdır katkati,
Allah'ın bir hikmeti (Lahana)
Kare deve girmez eve,
Kes başını, girsin eve (Şemsiye)
Kara katır yane yatır,
Kalkar otlar yine yatır (Makas)
Koce bir kare mande, Kulağınde var sırge (Kazan)
Kare tavuk kakırdar,
Kanatlan sakırdar (Gök Gürültüsü)
Harharane gurruane,
Pişik çıkmiş pehlivane (Çoratan, Sivik, Saçak; Toprak damlardan suyu akıtan tahta boru)
O yani çeper bu yani çeper, İçinde bir kahpe çapar (Göz) O yani mermer bu yani mermer
İçinde var san Ömer (Yumurta)
Soğaram küser,
Çekerem küser (Kahve pişirmesi)
Üçü uçan dağıdır,
Üçü cennet bağidır,
Üçü dörer döşürür, üçü vurar dağıtır
(İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış)
Yer altında kürklü hece (Soğan)
Tuzsuz bişen aş,
Köpük veren taş (Sabun)
Yer yer doymaz,
Oturup kalmaz (Fırın)
ATASÖZLERİ
Muş ve çevresi insanının tabiat ve hayat tecrübelerini, değer yargılarını dile getiren atasözlerinde, diğer anonim ürünlerde olduğu gibi mahalli dil özellikleri hâkimdir.
“Keçel karganın sözü geçe, vartvare (15 Ağustos) kar yağar”; Kötülerin dileği yerine gelse, kâinatın dengesi değişir, anlamındadır.
“İt araba gölgesinde yatar, sanar ki öz daldasıdır”; Başkasının desteğiyle iş gören yeteneksiz kişinin, bir süre sonra bu gerçekliği unutarak kendi gücüne inanacağını dile getirir.
“İt'in aslını ara, sonra kapında bağla”; Bir şeyin aslını araştır, ipin ucunu elinde tut, anlamındadır.
“Ölü lanetlik olmasa yeri dar olmaz”; Kötü insanın, ölümünden sonra da kötü anılacağını anlatır.
“Üç şeye bel bağlama; atın kulesi, itin tullesi, insanın fillesi”; Atın çiftesine, itin yeni yetişmişine, insanın asılsız olanına güvenilmeyeceğim' belirtir.
“İt kursağı yağ kaldırmaz”; Her insanın bir kapasitesinin olduğunu, bu kapasitenin zorlanmaması gerektiğini dile getirir.
“Ağanın mali gider, hızmetkerin cani çıker”; Zengin kaybettiğinde malından olur, fakir ise bedenen tükenir, demektir.
“Yaş kesen, baş kesen, illah balıkçı hiç toğ yemez”; Katiller, ağaç kesenler ve balıkçıların hiç bir zaman bağışlanamayacaklarını dile getirir.
“Görmemişin oğli olur, vurur çükünü keser; Sonradan görmelerin davranışlarını dile getirir.
“Horoz kadar eri olanın meydan kadar yeri olur; Evliliğin, kadınlara toplum içinde değer kazandırdığını, dile getirir.
“Sıçan deliğe sığmaz poççiğine süpürge bağlar; Kendi sorumluluğunu yüklenemediği halde, başkalarının
Sorumluluklarını yüklenmeye kalkışanlar için söylenir.
“Fukarenin talani bir örkendir; Fakirin, bir örkenden (kıl kendir) başka kaybedecek bir şeyi yoktur, anlamındadır.
“Keçel derman bule öz başını sürter; Derdine çare bulan, önce kendi derdini çözer, yetebilirse, başkasının derdine çare olur, anlamındadır.
“Men isterem bacımdan bacım ölür acından”; Kendinden daha kötü durumda olan birinden yardım talep edenler için söylenir.
“İç güveyi tandırın başındeki itten iyidir; İç güveyi gidenler, aile reisliği yapamaz, demektir.
“Heydo yedi kaldı iti” “Keçinin aceli gelende çobanın ekmeyini yer
“Yedi gün yürümüşem, yine eşeğe binmemişem”
“Horozu çok olan köyün sabahı erken olur
“Elbise yürüyüş, para söyleyiş öğretir
“Evlat hoş emek boş”
“Harman yelle, düğün elledir “Bağı kaz üzüm olsun, üzümü yemeye yüzün olsun” “Bir gram et bin ayıp örter
“Kadının arka eteği, ön eteğine düşmandır
“Arsızın yüzüne tükürmüşler, nisan yağmurudur demiş” “Oğlan evladı karnında yel gibi, elinde gül gibi, evlenirse el gibidir “Ben verirem oğluma, oğlum verir öz oğluna”
“Atta karın, erkekte burun” Toydur düğündür, o de bir gündür “Alme alı, satma kırı, illah doru” “Yılan eğilir bügülür, çıktığı deliği tanır
“Ane, derdime yane”
“Anamın aşı, tandırımın başı”
“Balım olsun, çibinim Bağdattan gelir
“Ne koyun oldok tok ot yedok, ne kuzi oldok tok süt emdok” “Asil azmaz, ipek tozmaz”
TEKERLEMELER
Muş yöresi tekerlemelerinde, ilin maddi ve manevi özellikleri, yerel ağızla dile gelir.
Altı aydır kışımız
Çortidir aşımız
Kargadır kuşumuz
Darıdır lavaşımız
Binmeye atın kulesi sinesi dar olmazsa
Sevmeye avrat kısası eğer fettan olmazs
Hizmetçiden ağa olsa çarşı yıkar sef sinen
Besmeleden hanım olsa hamam yıkar tasinen
Yûzbin sene yağmur yağsa kar eylemez mermare
Yazık olsun tellak ile berberinen kasaba
Eğer karın güzelse düğün senin evinde
Eğer karın çirkinse şivan senin evinde
Eğer taş yuvarlandı çömleye değdi vay çömleyin haline